5 Kasım 2015 Perşembe

çoban ve çiftçi

çoban ve çiftçi

    İnsanlığı ve medeniyeti bir mücadele şeklinde algılamak toplum tezlerinin genel bakış açısıdır. Bu mücadeleci anlayışın bir yönü de A. Toynbee nin tarih tezinde kendisine geniş yer bulan ve çoban-çiftçi savaşı diye özetlenebilecek bakış açısıdır. Toplumumuzdaki (ve benzer toplumlardaki) sosyal hareketliliğe ilişkin bir tarihi kesit üzerinden yürüyen bir analiz denemesine girişelim.
     Mevcut sosyal gerilim ve çatışmalarımızın çiftçi-çoban çatışmasına benzer bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde pek de yanılmış olmayacağımız ortaya çıkacaktır. çoban-çiftçi kavgasında yerleşik hayata geçmiş olan çiftçi, çobanın göçebe yaşantısıyla kıyaslandığında her açıdan çok daha gelişmiş toplum organizasyonları, teknoloji ve konfor araçları geliştirmiş olduğu aşikardır. çiftçinin sofistike tekniği karşısında çobanı hayatta tutan şey ise çok basit bir kuraldır: "lidere katıl". Bu basit kural çoban toplumunun organizasyonunda tüm bireyleri, liderin pasif bir izleyicisi olarak kalmaktan çıkartarak etken birer parçaya dönüştürür. Bu kadarla kalsa çiftçi toplumundan hiç bir farkı olmazdı, fakat çoban toplumunda bireyin toplumsal faaliyetlerde rol alışı çok daha radikal ve derinliklidir. Tek gerçeklik liderin kendisidir. Lider mutlak hakim olarak toplumun bir yöneticisi, hiyerarşinin tepesindeki isim değildir. O , toplumun bizatihi kendisidir. lider ve toplum bir birinden ayrı unsurlar değil ikisi birlikte tek bir nesnedir. Yani lider=toplum şeklinde bir eşitlik bile topluluk denen olgunun tek tek fertlerden oluştuğu düşünüldüğünde tamamıyla hatalı olduğu görülür. Toplum, fertler yoktur; sadece liderin kendsisi vardır. Fert lider tarafından yutularak hazmedilir ve sindirildikten sonra liderin bedeninde (ki toplum liderin bedenidir) işlevsel bir yapıya, bir proteine, bir organa veya bir unsura dönüşmekte ve hiç bir esnemeye ve tavize yer vermeksizin vazifesini ifadan başka bir gerçekliği bulunmaz hale gelmektedir. Bu devasa yapıyı bir arada tutan yegane yapıştırıcı mutlak ve sorgusuz itaattir. Mutlak itaat yapı içindeki tüm unsurları yüklendikleri görevin şekli, zorluğu ve durumuna bakmaksızın bir birine yapıştırır. Bu şekilde organize olan bir toplum en zorlu yaşam şartlarında hayatta kalabilir ki, çobanın yaşamı gerçekten çok zorludur. Toplumun yaşamı pamuk ipliğine bağlı haldedir. İklimde meydana gelen minik değişiklikler, bitki örtüsündeki hafif oynamalar gibi çevresel şartlara aşırı bağlılığın yanı sıra diğer çoban toplumlarıyla olan rekabet, otlak savaşları korkunç ve yıkıcıdır. ciddi zarar gören bir çoban toplumunun toparlanması neredeyse imkansızdır ve bu haliyle diğer çobanlar tarafından sindirilmekten başka bir şansı yoktur. Göçer toplumun tek sorunu iklim ve rakip çobanlar değil sürekli büyüyen, güçlenen yapılarıyla çiftçiler en büyük tehlike durumundadır. Çiftçiler ovaları ekip biçtikten ve ciddi nüfus artışları sağladıktan sonra dağlara doğru büyümekte, çobanın yaşam alanına tecavüz etmekte ve çobanı diğer çoban topluluklarının yapamayacağı bir şekilde yok etme tehdidiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Çobanın çiftçi karşısında savaş teknolojisi çok yetersiz olsa da lider faktörü ve bulunduğu dağlık araziyi çiftçiden çok daha iyi tanımasıyla bir şansı olabilmektedir. 
    çoban-çiftçi savaşlarında genelde çobanın kaderi yok olma şeklinde tecelli etmiştir ve günümüze kalan medeniyetler; öyle yada böyle yerleşmiş çiftçi medeniyetlerinin kalıntılarıdır. çobanın kaderinde yazılı olan yok olma çoban toplumunu oluşturan bireylerin yok olması değil çiftçi tarafından hazmedilme şeklinde gerçekleşmektedir. kendisini lidere yutturan çoban halkı sonraki aşamada çiftçi tarafından yutulmaktadır. fakat yutulma ve hazmedilme işleminde çoban tamamen yok olmamakta çiftçiye kendi kültüründen hayatta kalabilecek tek öğe olan rengini aktarmaktadır. çobanı yutan çiftçi artık çobanın renginde bir çiftçi olarak yaşamaya devam etmektedir. yutulma ve hazmedilme olarak adlandırabileceğimiz süreç savaşlar yada ticaretle gerçekleşmiştir. bu savaşlarda çoğunlukla çoban, çiftçiyi işgal etmiş, boyunduruğuna almış ama aslında çiftçi tarafından yutulduğunu fark edemeden zaman içerisinde çobanın çocukları en ateşli çiftçiler olmuşlardır.
    Günümüzde yaşanan toplumsal gelişmeleri bu bağlamda gözden geçirdiğimizde yaşanan süreç bir yutulma ve hazmedilme süreci olmaktadır. Fakat taraflar çoban-çiftçi değil köylü-kentli dir. Yıllar yılı izlenen merkantilist politikalar köylüye köyde yaşama şansı bırakmamıştır. Cumhuriyetin temel felsefelerinden olan Atatürk'ün "milletin efendisi gerçek müstahsil olan köylüdür" şeklindeki sözü zaman içerisinde, gelen partiler tarafından "seçim sandığının efendisi kolay kandırılan köylüdür" şekline dönüştürülmüştür. Bu süreç, "saf anadolu köylüsü"nün saflığından yararlanarak oyunu almakla kalmamış aynı zamanda sofrasındaki ekmeği de elçabukluğuyla alarak şehirlinin sofrasına taşımıştır. Köylü bütün ailesiyle birlikte çalıştığı halde karnını doyurma noktasını aşamazken şehirler, neredeyle sıfır üretimle asla sahip olmaması gereken bir konforu yaşamıştır. Kapitalist toplumlarda kentler ciddi üretim yerleri olurken ve fabrikalar için iş gücü deposu olarak hizmet vermesi gerekirken ortadoğu tipi toplumlarda ve bizim toplumumuzda, eksik olan fabrika ve iş gücü istihdamı nedeniyle tembeller ve hazır yiyiciler mekanı haline gelmiştir. Bu hazır yiyiciler güruhu toplumun kolluk kuvvetlerini ve kendileri gibi tembeller ve cahiller sürüsü olan sözde aydınları arkalarına alarak köylünün sofrasından asalak olarak beslenme işini zaman zaman zor kullanarak yerine getirmiştir. Köşeye sıkışan çobanın çiftçiyi işgal ederek boyunduruk altına almasında olduğu gibi köyünde yaşama şansı kalmayan köylü şehirlere dolmaya başlamıştır. Bu dolma işi tıpkı bir fırtına sonrası dağdan kopup gelen selin kasaba sokaklarını doldurması, çevresinde kökü sağlam olmayan ne varsa önüne katıp sürüklemesi gibi şehirleri doldurmuştur. Nasıl selin etkilerinin ortadak kalkması, sokaklarda meydana getirdiği çamur izinin yok olarak şehrin temel şehir rengine dönüşmesi yıllar alan bir süreç ise bu köylü selinin şehir tarafından yutulması ve hazmedilmesi de benzer kuvvetler tarafından ve zamanın aşındırıcılığıyla gerçekleşen bir süreçtir. 
    Toplumumuz 1980 sonrasında hızlanan selin 1990 lardan artması ve 2000 lerle birlikte şehrin tüm caddelerine (örneğin şehri temsiledecek son cadde ülkemiz için bağdat caddesi olarak düşünülebilir) ulaşmış, yayılmıştır. Ve bu işgal önüne köksüz ne bulmuşsa katarak sürüklemiştir. Şimdi başlayacak olan süreç hazmedilme ve sindirilme süreci olacaktır. Er geç şehir, köyü yutacak, hazmedecek ve sindirecektir. Fakat bu süreçte şehir sokaklarındaki selin yaşandığını gösteren izler kolay kolay kaybolmayacaktır. 
    Hazım süreci elbette doğal bir beslenmede yaşanan süreç gibi değil, ani bir çılgınlıkla önünde bulduğu her şeyi yiyip bitiren insanın yaşadığı mide fesadına benzer süreçlerle gerçekleşecek, zaman zaman kusma, zaman zaman çeşitli mide ilaçları, hazım kolaylaştırıcılar gibi takviyelerin de eşliğinde yürüyecektir.(ileride bir hazım ilacı formülü denemem de olacaktır :) 
    Köylü bir zorunluluk sonucu köyünü terk edip şehre gelirken boş gelmemiştir. yanında kutsalını, tanrısını da getirmiştir. Köyde ekim ve hasat zamanının kırılganlığında yoğun olarak kulladığı ama sair zamanlarda pek de ehemmiyet vermediği tanrısını şehir yaşamının inanılmaz yabancılığında her an kullanmakta adeta suyun altındaki adamın ince bir borudan nefes almasın gibi onunla yaşamaktadır. Bu şekil bir kullanım için tasarlanmamış olan tanrısı ise köydeki işlevini yerine getirememekte, başka ve acaip bir nesneye dönüşmektedir. Köylü şehirde başka tanrılarında varlığını keşfetmektedir ve zaman içerisinde kendi tanrısının artık şehirlinin tanrısının formunda inşa etmeye başlayacak ama ona hala köydeki gibi tapmaya devam edecektir. Zaman içerisinde ise köyden gelen tanrısından geriye bazı kelimelerin çarpıtılmış hallerinden başka hiç bir şey kalmayacaktır. Şehre uyum ve şehrin köylüyü hazmetme sürecinde köylü ve şehirlinin tanrıları da bir biriyle durmadan savaş içerisinde olacak, köylü şehirliyi her seferinde kendi tanrısıyla dövecektir. Köylünün kaba ama sağlam tanrısının karşısında şehirlinin ince işçiliği olan ama kırılgan tanrısı çoğu zaman kırılıp dökülürken zaman içerisinde şehirlinin tanrısının kırık parçalarından pek hoşlanacak olan köylü bu parçaları kendi tanrısının bedenini sıvamada kullanmaktan geri durmayacak ve zaman içerisinde köylü ve şehirli ortak ama melez bir tanrıya tapar olacaktır. bu aşamada hazım tamamlanmış sindirim gerçekleşmiş ve toplumsal barış sağlanmış olacaktır.
    Toplumumuzda bu süreç yaşam tarzı dayatmaları, beslenme tarzları ve beslenme tarzlarının her türlü kontrolü, kılık kıyafet üzerinde kontrol, kutsalını öptürme ve saydırtma vb şekillerde gerçekleşmektedir. Köylünün şehirde yaşayacağı en temel sorular şunlar olacaktır? Ne yemeli? Nasıl yemeli? Ne giymeli? Nasıl giymeli? şeklinde olmaktadır ki bir insanın günlük faaliyetlerini gerçekleştirirken kesinlikle kaçamayacağı sorulardır. Bu sorular sadece köylünün değil şehirlinin de başının belasıdır ve bunlara cevap bulma iddiasında olan moda denilen bir kurum oluşmuştur. 
    Köy adamı kente geldiğinde bin bir türlü dramı şu safhalarda yaşayacaktır:
  • Şaşkınlık ve tutunma: Ülkemizde bu safha geçilmiştir veya geçilmek üzeredir. köylü şehirde hemşeri ve aşiret organizasyonları ile tutunmuştur.
  • Günlük ritüeli yaratma: bu safha henüz geçilmiştir veya kısmen yaşanmaktatır. Köy tipi yaşamı şehirde bir biçimde yeniden inşa etmenin peşindedir. bu bağlamda tarikatlar ve dernekler devreye girmektedir. başlangıcı ihl kurma ve yaşatma dernekleridir. Bu dernekler çevresinde meydana gelen örgütlenme köylü belediyecileri yaratmıştır ve ihl lerin fiziksel varlığı da belediye teknik personelini yaratmıştır. 
  • Şehri köye dönüştürme: Bu aşamaya geçilmiştir veya henüz başlanmıştır. fakat yaşanan süreç köylünün hazmedilmesiyle sonuçlanacaktır. Köylü şehirde köyü yaratırken kendisini köydeki kıyafetine benzetmeye çalıştığı ucube bir şehirli kıyafeti içinde bulacak, Köydeki evini yaratmaya çalışırken soluğu rezidansta alacaktır. Köydeki traktörünün yerine şekoke jeepleri koyacak, duvara astığı muhsafını facebook da paylaşacak köyün mütevazi camisinin yerine aynı formda inşa edilmiş korkutucu beton yığınları koymaya çalışacaktır. Ağaç keserek açmaya çalıştığı tarlaların yerini site inşaatları alacaktır. 
  • Kaybolma: Meydana getirdiği ucube mazideki köyüyle bağını tamamen kopardığı gibi kendisine inşa ettiği yeni köyün aslında en başta gelip yerleştiği şehir olduğunu görecek ama artık dili,damağı,bedeninde köyle şehir arası garip bir ucube haline gelmiş olduğunu anlayacaktır. O artık hiç bir yerin insanıdır. O bir vatansızdır. Ayaklarını basacağı yer yüzü yoktur. Tamamen boşluktadır. Dönebileceği köy kalmamıştır, şehri ise yeniden yaratmış ama o da şimdi bir ucubeler mabedidir. Arapça için ölürken ingilizce konuşan kızda gözü kalmıştır, çocuğunu arapça kursuna gönderirken kendisi ingilizce kursuna gitmektedir. Dostlarına haccı, umreyi överken para buduğunda avrupaya kaçmanın hesabını yapmaktadır. Türbanla neresini, nasıl örteceğini şaşırmıştır. Ellerini köyünden getirdiği tanrıya kaldırırken şehri işgale etmiş olan batı emperyal tanrısının karşılayabileceği kendi köylü tanrısının envanterinde hiç bir zaman bulunmayan istekleri sıralamaktadır. vel hasıl o artık hiç kimsedir. Ama sonraki nesiller, şehrin sokaklarından selin izlerinin silinmesi gibi onun izlerini bir kuşak geçmeden çoktan silip gidecektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder